Tarihte ve Günümüzde Kudüs
Şubat 19, 2018Yahudi İnancına Göre Kudüs
Şubat 19, 2018Tanrı bu şehirde tarihe müdahale etmiş, asli günahın kefareti bu şehirde ödenmiş, yeniden dirilme olayı ile kendisini bu şehirde ispatlamıştır. Hıristiyanlar için Kudüs, günahtan kurtuluşun gerçekleştiği esrarlı mekân, yaratılmış dünyanın merkezi, Mesih’in ikinci kez dönüş yeridir!
Yahudilik ve İslam gibi Hristiyanlık da Kudüs’ü kutsal şehir sayar. Hristiyanlar bu şehri dünyanın merkezi, Hz. Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yer, nihayet İsa Mesih’in izlerini taşıyan şehir olarak görürler. Dünyadaki bütün kilise binalarının yüzleri Kudüs’e doğru yapılır. Ayrıca, Hristiyanlar her kilisedeki sunağın, o cemaati Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’ne bağladığına inanırlar. Bu inanç Kudüs’ün Hristiyan algısındaki önemini ortaya koymaktadır.
Başlangıçta Yahudiliğin bir mezhebi olarak ortaya çıkan Hristiyanlık zaman içerisinde Pavlus’un ve kilise babalarının gayretleriyle müstakil bir din hüviyeti kazandı. Bunu sağlayan, İsa Mesih etrafında şekillenen yeni teolojik doktrinlerdi. Bu doktrinlere göre tanrı, insanlığı asli günahtan kurtarmak İsa Mesih’in şahsında bedenleşerek (enkarnasyon) dünyaya gelmiş, fidye olarak çarmıha gerilerek öldürülmüş, fakat yeniden dirilerek göklere çekilmiştir. Özetle, Kudüs İsa Mesih’in çocukluğundan ölümüne hatta ölümden dirilip göğe çıkmasına kadar Hristiyan düşüncesinin oluşmasında etkili olan önemli olayların yaşandığı bir yer olduğu için önemlidir.
Tanrı bu şehirde tarihe müdahale etmiş, asli günahın kefareti bu şehirde ödenmiş, yeniden dirilme olayı ile kendisini bu şehirde ispatlamıştır. Hristiyanlar için Kudüs, günahtan kurtuluşun gerçekleştiği esrarlı mekân, yaratılmış dünyanın merkezi, Mesih’in ikinci kez dönüş yeridir. İlaveten, ilk Hristiyan topluluk, bu şehirde oluşmuş, ilk kilise burada doğmuştur. Ortodoks Hristiyanlar Kudüs’ü bütün Hristiyan dünyasının anası olarak kabul etmiştir. Zira Kutsal Ruh Pentekost günü havarilerin üzerine Kudüs’te inmiş ve İncil dünyaya Kudüs’ten yayılmıştır. Tüm bunlar, Kudüs’ü Hristiyanlar için eşsiz bir şehir konumuna yükseltmiştir. Kudüs’e sadakat, İsa Mesih’in beşeriyetine sadakatin bir ifadesi olarak algılanmaktadır.
Kudüs’le ilgili bilgiler Hristiyan kutsal kitaplarında hem İncillerde hem de diğer kitaplarda geçer. Şehrin adı kutsal metinlerde 146 kez geçer. Şehirle ilgili bilgiler İsa Mesih’le ilgili bağlamlarda konu edinildiği için İnciller’de çeşitli yerlere dağılmış şekildedir. Bu dağınıklık arasında, şehre referansların özellikle Luka İncili ve Elçilerin İşleri kitaplarında daha yoğun olduğu görülmektedir.
HRİSTİYAN KUTSAL METİNLERİNDE KUDÜS
Matta Kudüs’ü işaret ederek ondan kutsal şehir olarak bahseder (Matta 4:5). Burada Kudüs ismi açıkça zikredilmemiştir. (Bu yüzden bazı araştırmacılar onun alışılagelmiş bir terim olduğunu ve Hristiyanlar için bir anlam ifade etmediğini belirtirler. Başka bir görüş ise bu ifadenin cennete işaret ettiği yönündedir.) Matta’nın Kudüs’ü ismen zikretmesi, daha ilk sayfalarında İsa Mesih’in Beytüllahm şehrinde doğduktan sonra onun yıldızının doğduğunu gören müneccimlerin oraya değil Kudüs’e gittiğini söylemesi bağlamındadır (Matta 2:1-3).
Markos İncili’nde Kudüs halkının Hz. Yahya’ya vaftiz edilmek için ziyaret etmeleri anlatısıyla başlar ve 10. baptan başlayarak İsa Mesih’in tebliğ için Kudüs’e gelişini ve burada cereyan eden olayları anlatır. Luka İncili’nde Kudüs’ün ismen zikredilmesi İsa Mesih’in doğumunun 8. gününde sünnet edildikten sonra adanmak için mabede götürülmesi ve orada gelecekte Mesih olacağının dile getirilmesi, yine aradan 12 yıl geçtikten sonra küçük İsa’nın ebeveyni ile Kudüs’e mabede gelmesi bağlamındadır (Luka 2:21-22, 41-49). Yuhanna İncili’nde de Kudüs Hz. Yahya ile ilgili bağlamda zikredilerek gündeme gelmekte (1:19-20), daha sonraki sayfalarda ise İsa Mesih’in tebliğ için Kudüs’e gitmesi anlatılmaktadır.
Hıristiyan inancına göre İsa Mesih’in çarmıha gerilmesinden sonra yaşananlarla ilgili bilgiler Elçilerin İşleri kitabında anlatılır. İsa Mesih’in Kudüs’te yaşadığı bu olaylar, daha ilk başlarından itibaren bu şehri Hristiyanlar için merkezi bir konuma yerleştirmiştir. Hatta Pavlus kendisini aklamak için Kudüs’teki toplantıya katılmış, burayla bağlantısını kesmemiş, Yahudi kökenli olmayan Hristiyanlardan Kudüs’e saygı beklemiştir.
Hristiyanlıktaki göksel Kudüs fikri de kutsal metinlerden kaynaklanır. Eski Ahit’te sık sık vurgulanan Tanrı’nın yaşadığı şehir olan Kudüs, Hristiyanlar için Tanrı’nın asıl sunağının göklerde olduğu, dolayısıyla göksel Kudüs fikrini oluşturmuştur. Pavlus’a atfedilen İbranilere Mektup kitabında “mimarı ve kurucusu Tanrı olan temelli kent” (11:10), yine “Siyon Dağı’na, yaşayan Tanrı`nın kenti olan göksel Kudüs’e”, (12:22) yine Vahiy kitabında geçen “gökten, Tanrı’nın yanından inen ve O’nun görkemiyle ışıldayan kutsal kent, Kudüs” gibi pasajlar bu fikrin kaynaklarını teşkil etmektedir.
HRİSTİYANLIK TARİHİNDE KUDÜS
Erken dönem (I-III. yy)
Hristiyan kutsal kitapları Kudüs’ün önemiyle ilgili söylemleri barındırsa da, Hristiyanlığın henüz yeraltı bir inanç olduğu erken dönem teolojisinde kutsal Kudüs fikrinin herkes tarafından ittifakla kabul gördüğü söylenemez. Bu tartışmalı dönem özellikle ilk 3 asırda geçerli olup IV. yy.’dan itibaren imparatorluk dini seviyesine yükselen Hristiyanlıkta, bu zamandan geçerli olmak üzere hac ibadeti başlamıştır.
Hac ibadetinin gerçekleşmesi için bir merkez rolünü oynayan, İsa Mesih’le ilgili hatıraları taşıdığı için doğal olarak Kudüs şehri olmuştur. Bu ve benzeri sebepler yüzünden Hristiyanlık tarihinin başından itibaren Hristiyanların Kudüs’e karşı tutumlarının karışık olduğu ifade edilmiştir. Ancak ilk 3 asırda Hristiyanların İsa Mesih’i anmaları sırasında Kudüs’ün anılması, Pavlus’un mektuplarında Kudüs’ten bahsetmesi sebebiyle bu şehir bir şekilde Hristiyanların gündeminde kalmıştır. Bu açıdan bakılınca, Hristiyanlığın erken dönemlerinde bu şehirle ilgili iki yaklaşımın vaki olduğu söylenebilir. Bunlardan biri Kudüs’ün teolojik açıdan kutsal olmayıp sadece tarihsel bir öneme sahip olduğunu, diğeri ise kutsal olduğunu savunmuştur.
Kudüs’ün Hristiyanlar için sadece tarihsel bir anlam ifade ettiğini savunan en etkin figür, döneminin en büyük Hristiyan âlimi ve tarihçisi kabul edilen kilise babası Eusebius (ö. 371) olmuştur. O, Eski Ahit’te Kudüs’e atfedilen ehemmiyetin İsa’nın gelmesiyle birlikte bittiğini, kesinlikle devam etmediğini ifade etmiş, Tanrı’nın amaçları doğrultusunda Eski Ahit’te yüce bir mevki edinen Kudüs’ün öneminin artık sona erdiğini belirtmiştir. Dolayısıyla ona göre Kudüs, ancak tarih açısından değerlendirildiğinde bir öneme sahiptir ve teolojik olarak Tanrı’nın gözünde bu şehrin hiçbir önemi kalmamıştır.
Kudüs’le ilgili bu kafa karışıklığının sebebi, belki de İsa Mesih’in bu şehre yönelik söylemlerinden kaynaklanmış, kilise babaları da bu söylemleri yorumlayarak geliştirmişlerdir. İnciller İsa Mesih’in Kudüs’e gelip mabette ticaret yapılmasının mukaddes evin şanına yakışmadığı davasıyla tüccarları oradan kovduğunu haber verir (Matta 21:12, Markos 11:15, Luka 19:45, Yuhanna 2: 13-16). Bu durum, İsa Mesih’in mabedi kutsal gördüğünü ortaya koymaktadır. Ancak yine İsa Mesih’in bu bağlamda söylemler, insanın/Oğul’un öneminin daha üstün olduğu yönündedir.
İsa Mesih kendisinden mucize isteyenlere mabedin yıkılıp yeniden üç günde yapabileceğini, bununla aslında kendi bedenini kastettiğini söyleyen pasajlar (Yuhanna 2:18-22), nitekim İsa Mesih çarmıha gerilirken mabedin en kutsal odası olan Kodeş ha-Kodaşim’in perdesinin ortadan yırtılması (Matta 27:51, Markos 15:38, Luka 23:44) ve böylece kimsenin görmemesi gerekenlerin herkese aleni hale gelmesi, kilise babaları için artık mabedin öneminin bitip yerini insanın/Oğul’un/İsa Mesih’in aldığı argümanının temelini teşkil etmiş olmalıdır. Bundan başka, İsa Mesih’in Samiriye’li bir kadınla konuşurken insanların Kudüs’te artık Tanrı’ya tapmayacaklarını (Yuhanna 4:21), düşmanların Kudüs’ü yağmalayacağını ve bunun sebebinin de Tanrı’nın Kudüs’e yardıma geldiği zamanda Kudüs’ün bunu fark etmediğini (Luka 19:44) söylemesi benzer niteliktedir.
Yahudiler içerisinde ortaya çıkan Hristiyanlık, doğal olarak onların kutsal saydığı şeyleri önemli görmek durumundaydı. Kutsal mekan bağlamında Yahudiler için Filistin toprakları, Kudüs, Süleyman Mabedi ve Süleyman Mabedi’nin içinde bulunan “Kodeş ha-Kodaşim” denilen bölüm kutsal ve önemli sayılmaktaydı. Onların kutsallığı baştan sona doğru gittikçe artmaktaydı ve kutsallığın sebebi ise sondan başa doğru sıralanmaktaydı. Yani Mabet Kodeş ha-Kodaşim’i barındırdığı için, Kudüs Mabedi barındırdığı için, Filistin toprakları da Kudüs’ü barındırdığı için kutsaldı. Ancak Hristiyanlık kutsallığın merkezine İsa Mesih’i yerleştirdiği için bu dört kutsal mekanın kutsallığını İsa Mesih’e aktarmışlardır.
Kodeş ha-Kodaşim İsa Mesih öldüğü zaman perdesinin yırtılmasıyla, Süleyman Mabedi İsa Mesih’in gerçek mabet olarak insanı/kendisini işaret etmesiyle, Kudüs Tanrı’nın işaretlerini görmediği için artık Tanrı’nın şehri olmaktan çıktığı imasıyla Hristiyanlar için kutsallıklarını kaybetmiştir. Bunların kutsallıklarını kaybetmeleri sebebiyle Filistin toprakları da önemini kaybetmiş, dolayısıyla Hristiyanlar için sadece İsa Mesih’in kendisi kutsal kabul edilmiştir.
- YY’DAKİ GELİŞMELER VE KUDÜS’ÜN ÖNEMİ
Hristiyanlık erken dönemlerde Yahudilik içerisinde ortaya çıkan heretik bir akım olarak görülmüş, Pavlus’un gayretiyle diğer ulusların arasında yayılmış, I. yy.’ın sonlarına doğru Yahudilikten ayrılıp başlı başına bir din olma sürecine girmiştir. O dönemde Roma İmparatorluğunun inancı paganlık olduğu için imparatorlar Hristiyanları takip ettirmiş, baskı altında tutmuşlardır. 313 Milan fermanı ile Hristiyanlar üzerindeki bu baskı kalkmış, 380’lerde ise Roma’nın tek meşru inancı olarak onaylanmasıyla Hristiyanlar rahata kavuşmuşlardır. IV. yy.’dan itibaren Hristiyanlık tarihinde yaşanan bu gelişmeler, bu inancın kurumsallaşması doğrultusunda sonuçlar doğurmuştur. Konuyla birebir ilgisinden dolayı burada hac ibadetinin ortaya çıkmasına işaret edilecektir.
İlk iki asırda Hristiyanlar sürekli takibe uğrayıp baskı gördükleri için kutsal mekân anlayışı onlar arasında tam yerleşmemiş, belirgin kutsal mekânlar ihdas edilememiştir. Hristiyan kutsal metinleri hac ibadetini zorunlu kılınmadığı için Hristiyanlığın erken dönemlerinde hac ibadeti olmamıştır. İsa Mesih Tanrı’ya ibadetin ne Sion dağında ne de Kudüs’te olacağını, ibadetin ruhta ve hakikatte olacağını söylediği için erken dönemlerde Hristiyanlar da ne İsa Mesih’in ne Eski Ahit’teki peygamberlerin ne de kilise babalarının hayatının geçtiği yerlere dinî bir önem atfetmişlerdir.
Hristiyanlığın erken dönemlerinde Kudüs’e yönelik bu algı Roma İmparatoru Konstantin’in annesi Helena’nın 326 yılında İsa Mesih’in yaşadığı yerleri görmek için bölgeye yaptığı seyahatler neticesinde değişmeye başlamıştır. Hristiyan tarihinde ilk hacı olarak kabul edilen Helena, iddialara göre İsa Mesih’in çarmıha gerildiği haçı bulmuştur. Böylece, kilise babaları tarafından Kudüs’ün kutsallığı ile ilgili yukarıda belirtilen olumsuz görüşlerin tam zıddının ileri sürülmesi için uygun ortam oluşmuştur. Kilise babaları, dinî duyguyu pekiştireceği kanaatiyle Kudüs’e ve çevresine yapılan ziyaretleri faydalı görmüşlerdir.
İsa Mesih’in izlerini taşıyan bu şehir Hristiyanlar açısından kutsal kabul edilmiş ve önemli hac merkezlerinden birine dönüşmüştür. Her ne kadar ilk dönem birçok kilise babası tarafından vazgeçirilmeye çalışılsa da Hristiyan hacılar özellikle Kudüs’ü ziyaret etmiştir. Ancak bu olumsuz tavır dördüncü yüzyılla beraber büyük oranda değişmiştir.
Özellikle Bizans döneminde Hristiyan hacılar, inançlarının doğduğu topraklara büyük saygı göstermiştir. Dünyanın her yerinden Hristiyan hacılar kutsal kabul edilen tapınakları ve özellikle de yeni keşfedilen ve İsa Mesih’e ait olduğuna inanılan mezarı ziyaret etmek için gelmişlerdir. Kudüs, bütün karşı çıkmalara rağmen Hristiyanlar için kutsallığını zamanla tekrar kazanmıştır.
Dönemin Kudüs piskoposu Aziz Kiril (ö. 444) Kudüs’e atfedilen ilahi önemin geçmişe ait bir olgu olsa da kesinlikle nihai olmadığını vurgulamıştır. O, İsa Mesih ve Kutsal Ruh’la ilgili önemli olayların bu şehirde vuku bulmasına dikkat çekmiş ve bu olayların başka yerde değil de Kudüs’te meydana gelmesini delil göstererek Kudüs’ün eskiden olduğunu gibi hâlâ Tanrı’nın gözünde önemli bir şehir olduğu anlama gelebileceğini iddia etmiştir. Bu görüşünü desteklemek için olmalı ki o, Matta İncili’nde geçen kutsal şehir ifadesinin “tam da şu anda içinde bulunduğumuz şehir” yani Kudüs olduğunu ileri sürmüştür. O, Kudüs’ün kutsallığını yaşanan tarihi olaylardan bağımsız olarak değerlendirmiş, söz konusu şehrin bu olaylar nedeniyle değil de teolojik bağlamda, Tanrı için özel olup gerçekten kutsal bir şehir olduğunu belirtmiş, tüm dünyada Kudüs’e doğal bir üstünlük verilmesi gerektiği fikrini savunmuştur.
Böylece, Hristiyanlık tarihinde hac ibadeti tesis edilmiştir. Haccın amacı İsa Mesih (ve Kutsal Ruh) ile ilgili hatıraların canlandırılması ve canlı tutulması olmuştur. Hac ibadetinin yapıldığı yer olan Kudüs’e, İsa Mesih’in şehre gelişi, şehirdeki vaaz yeri, çarmıha gerilmeye götürülürken geçtiği yol, çarmıhta öldükten sonra gömüldüğü yer, ölümünden sonra dirildiği ve havarilerine göründüğü yer gibi noktaları barındırması dolayısıyla Hristiyanlar tarafından özel bir dini önem atfedilmiştir. Bu kutsal noktalar, İsa Mesih ile bağları nedeniyle Hristiyanlar için özellikle kutsal olmuştur.
O topraklar “Tanrı’nın beden içinde kaldığının” işaretlerini ve “bizatihi Tanrı’nın ayak izlerini” barındırdığı için, bir zamanlar yeryüzünde yürüdüğüne inanılan Tanrı’yı hatırlatmaya hizmet etmektedir. Kudüs’te yapılan hac ibadeti, Hristiyan inancının somut delilini teşkil eden bu özel yerlere gitmek şeklindedir. Onlar Kudüs’te bulunan kutsal yerlere gelerek kutsal metinlerde anlatılanların canlı tanığı olabilmekte, yaşanan olaylar hakkında bilgi edinebilmektedirler.
Hac etmek için Hristiyanlar Kudüs’e gelerek onun son günlerini adeta yaşarlar. İsa Mesih’in çarmıha gerilmek üzere haçı yüklenip geçtiği yol olan Çile Yolu/Via Dolorosa, Hristiyan âleminin pek çoğu için dünyadaki en önemli sokaktır ve hac için en önemli güzergâhtır. İsa Mesih’in kendi haçını taşıdığı güzergâh olduğu için pek çok Hristiyan geleneğinde kutsal görülmektedir. Kudüs’ün Eski Şehir bölümünde bulunan Çile Yolu, son dördü Kutsal Kabir Kilisesi’nin içinde olmak üzere on dört duraktan oluşmaktadır. Bazı Hristiyan hacılar bu yolu omuzlarında haçlar taşıyarak geçer. Bundan amaç, bir zamanlar İsa Mesih’in yaşadığı acıları hissetmektir. Hristiyanlar için özel öneme sahip olan diğer bir yer, İsa Mesih’in çarmıha gerildiği yer olan Golgota/Kafatası Tepesidir.
Kutsal metinlere göre, bir asker İsa Mesih’in ölümünün ardından mızrakla onun böğrünü delince açılan yaradan kan ve su akarak yere damlamıştır. Hristiyanlar bu noktanın dünyanın merkezi olduğuna, Hz. Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yer olduğuna, İsa Mesih’ten akan kanın da haçın dibinde gömülü olan Hz. Âdem’in kafatasının üzerine damlayıp onun işlediği ilk günahı sildiğine inanırlar. Nihayet, Kudüs’te hac mekanı olarak Hristiyanlar için belki de en kutsal olan, Kutsal Kabir kilisesidir. Hristiyanlar, Kıyamet Kilisesi olarak da adlanan bu mekanda İsa Mesih’in mezarının bulunduğuna inanırlar. Yapım zamanıyla ilgili farklı görüşler olsa da en kuvvetli görüşe göre 326 ile 335 tarihleri arasında Azize Helena’nın Kudüs ziyaretinden sonra yaptırılmıştır.
Kadıköy Konsili’nden (451) sonra Hristiyanlıkta ortaya çıkan mezhepleşme neticesinde burası mezhepler arasında paylaştırılmıştır. Bu mezheplerden bazıları zaman zaman Kutsal Kabir Kilisesi’nde hâkim konuma gelmiştir. Haçlı seferlerinden sonra bölgenin Müslümanların eline geçmesiyle bu kilise ve eşyaları mezhepler arasında paylaştırılmıştır. Kutsal Kabir Kilisesi’nde mekânı olan cemaatler Katolikler, Rum Ortodokslar, Ermeniler, Süryaniler, Kıptiler ve Habeşlilerdir. Mekanın ve içerisindeki eşyaların kutsallığı fikri, daha fazla sevap kazanmak amacıyla daha fazla yere ve eşyaya sahip olma hevesi mezheplerin buradaki temsilcileri arasında bir rekabet doğurmuş, bu hatta tarafların birbirine saldırmasına ve zarar vermesine kadar varmıştır.
HAÇLI SEFERLERİ VE KUDÜS LATİN KRALLIĞI
Kudüs 638’de Müslümanlar tarafından fethedildi. Rivayetlere göre Kudüs piskoposu Sophronius, şehrin anahtarını sadece halifeye teslim edeceğini açıklamış, bunun üzerine Halife Ömer bizzat Kudüs’e gitmiş, tarihi Ömer Fermanıile buradaki Hristiyanların inanç özgürlüğüne saygı ile yaklaşmıştır. Devam eden asırlarda Filistin topraklarında yaşayan Hristiyanlar zimmi statüsünde bölgede varlıklarını sürdürdüler.
Malazgirt Meydan Muharebesi’nde zafer kazanan Türklerin Anadolu’da ilerlemesi Hristiyan devletleri endişelendirmiş, Türklerin bu ilerleyişine engel olmak amacıyla Hristiyanların orduları Avrupa’dan Ortadoğu’ya yürümüştür. Tarihe Haçlı Seferleri adıyla kazınmış olan ve dalgalarla devam eden bu savaşlara asker toplamak için dini duygular coşturulmuş, Hristiyan hacıları saldırılardan korumak, Kudüs’ün “kâfir” Müslümanların ellerinden kurtarmak için yola çıkılmıştır. Papa bu hareketi kutsal savaş olarak tanımlamış, Hristiyanlar da Haçlı Seferleri’ni doğuran asıl etkenin dinî unsurlar olduğuna inandırılmışlardır.
“Kudüs, dünyanın göbeğidir. Bütün diğer yerlerden üstün verimli bir topraktır. Zevkin ikinci cenneti gibidir. İnsan ırkının Kurtarıcısı, onu doğumuyla meşhur etmiş, yaşamıyla güzelleştirmiş, acısıyla kutsamış, ölümüyle kurtarmış, defnedilmeyle mührünü oraya bırakmıştır. Dünyanın merkezine yerleşmiş bu asil şehir şimdi düşmanları tarafından esir düşmüştür. Tanrı’nın varlığını tanımayan bir millet tarafından putperestler uygulamalara köle kılınmıştır. Bu yüzden o, özgür kılınmayı istiyor ve dua ediyor, sizleri de onun yardımına bir an durmaksızın gitmeniz için çağırıyor” şeklindeki papalık çağrısıyla Hristiyanlar yollara konulmuşlardır.
Haçlılar 15 Temmuz 1099’da Kudüs’ü ele geçirmiş ve burada Latin Krallığı kurmuşlar. Şehrin sakinlerinden Müslümanlar öldürülmüş, Hristiyanlar ise mezhep farklılığından olsa gerek şehirden sürülmüşlerdir. Kudüs Latin Krallığının başkenti olmuş, burada Papalığa bağlı kilise kurulmuştur. Krallığın ilk hâkimi Godfrey de Bouillon, Kudüs’ün gerçek kralının İsa Mesih olduğu inanışıyla tevazu göstererek Kral unvanını üstlenmemiş, kendisini Kutsal Kabrin Koruyucusu unvanını kullanmıştır. 1100’de onun yerine gelen kardeşi I. Baldwin ise kral unvanını kullanmıştır. 02 Ekim 1187’de Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü Hristiyanlardan geri almış, buradaki Hristiyan kutsal mekânlarını yine eski Hristiyan sahiplerine iade etmiştir. Haçlılar şehri 1229’da geri alabilmişlerse de 1244’te yeniden Müslümanlara bırakmak zorunda kalmışlardır. Şehrin yine Hristiyanlar tarafından ele geçirilmesi asırlar sonra gerçekleşmiş, Kudüs 9 Aralık 1917’de İngilizler tarafından tutulmuştur.
Doç. Dr. Eldar Hasanoğlu – Beyaz Tarih
http://www.fikriyat.com/gundem/2018/01/18/hristiyan-inancinda-kudus